//-->

[islami bilgiler] [islam tarihi ] [islam devletleri] [islam ve ahlak] [kuran'da cennet] [kuran'da cehennem]

Sevgili Peygamberim Cilt 2

Sevgili Peygamberim Cilt 2

 

Geçim sıkıntısı, son haddinde:

Araplar, yiyecek bulamıyor.

Kıtlık arttıkça artmakta...

İşte; tam o sırada herkesin, açlıktan bir bir ölüp gideceği düşünülürken, bir mucize oldu; bir bolluk, bir zenginlik... kumlardan nimet fışkırıyor gibi.

Kıtlığı, bolluğa çeviren bu mucizeye sebeb, Muhammedi nur'un anneye geçmesi. Muhammedi nur'un anneler annesine geçmesi ile de kavruk çölde muazzam değişiklik ve bereket.

Ticaret canlı, piyasa hareketli. Abdullah da bir Kureyş kervanı ile taşraya alış verişe gidiyor. Ama Abdullah; on sekiz yaşındaki o güzelim delikanlı bunun son yolculuğu olduğunu; geri dönerek hanımı ile doğacak çocuğunu göremeyeceğini nerede bilebilirdi... Alınan alındı, satılan satıldı ve kervan dönüşe geçti. Medine'ye gelmişlerdi ki, o genç ve dinç Abdullah, birdenbire hastalandı... kısa bir rahatsızlık ve dayılarının evinde bu dünyaya veda...

Melekler, hayrette...

-Ya Rab! Resulün yetim kaldı!

Yüce Alalh, cevap verdi:

O'nun koruyucusu ve yardımcısı benim!...

......................

Acı haber Mekke'ye tez ulaştı. Amine ile baba Abdülmuttalib ve kardeşlerde üzüntü derin ve büyük. Ağabey Haris, Medine'ye vardığında Abdullah, Dar-ı Nabiga'da bir tümseğin altındadır.

Herşey fani ve boş...

Baki olan Allah; güzel olan, gelen sevgili...

Kederli Amine, hamileliğinin altıncı ayında bir rüya görüyor. Rüya değil bir hal; bir hakikat. Bir adam, mübarek anneye nasihat vermekte:

-"Ya Amine! Tereddütsüz inan ki sen insanların en hayırlısına hamilesin. Doğduğunda ismini Ahmed veya Muhammed koy!"

Bu bir ilahi müjde.

Amine, rüyada kendisine söylenene sadık...

Zaman akıyor...

Nihayet vakit tamam.

Ayı ve günü ile eksiksiz ve kusursuz an...

Hicretten elliüç sene evvel, Nuşirevan hükümetininin kırk ikinci yılı, fil vak'asından iki ay kadar sonra Rabiulevvel ayının onikisi ve miladi 571 tarihih yirmi nisanı... nisan ki mevsimlerin en güzeli, baharın en gözde ayı.

Nisan'ın 20'si; zamanın olgun bir çağı ve tabiatın renk ve koku çağlayanına dönüşmesi...

Sabaha karşı.

Güneş, henüz doğmamıştı; tan yeri ahenk ve ihtişamla ağrıyor...

Günlerden Pazartesi. Pazartesi, hayatlarında dalma dönüm noktası... doğumları, Hacerül Esved taşını yerine koymaları, Peygamberlik gelişi, Hicretleri, Medine'ye varışları, vefatlır hep Pazartesi günleri... Ani bir ses yankılanması. annede korku. Korku ile beraber beyaz bir kuş ortaya çıkıyor ve şefkatli kanatları ile Hazret-i Amine'nin sıtını sıvazlıyor. O dakika korkunun yerini kalb huzuru ve gönül rahatlığı alıyor. Ama susamamak mümkün değil; dili damağına yapışıyor; gaipden beyaz bir kab ile süt gibi ak bir şerbet uzatılıyor. Baldan daha tatlı bu soğuk şerbeti içtiği an susuzluğu diniyor ve kendisi ile birlikte evi bir nur kaplıyor. Nasibli mekana gök delinmişcesine sağnak sağnak nur yağmakta.

Allah'ın Sevgilisi'nin doğumu ile dünyayı şereflendirdiği mübarek ve muhteşem an.

Amine'de hamilelik ve doğumdan dolayı ne bir ağrı, ne sızı var.

Meşhur Abdi Menaf kızları gibi hurma misali uzun boylu, narin yapılı, güneş yüzlü huriler odayı doldurmuş, genç anne ve biricik bebeğe hizmet veriyor.

Mübarek Peygamberimiz, doğar doğmaz başı secdede:

-Lailahe illallah, inni Resulullah / Allah'dan başka ilah yokdur ve ben O'nun resulüyüm.

Alnı secdede ve şehadet parmağı havada...

Ve udaklarında bir cümle.

-Ümmetim, ümmetim!

Bebek, melekler tarafından sünnet edilmiş, göbeği kesilmiş ve tertemiz.

Bu esnada göklerden yere perde gibi upuzun bir kumaş sarkıyor.

... ve bir ses:

-O'nu insanlardan gizleyin!

Annenin etrafında melekler. Anne terliyor. Fakat cildinden ter değil, miskten rayihalar yükselmekte.

Ve bir sürü kuş. Zümrüt gagalı, yakut kanatlı bu kuşlar, bir yere konmadan havada duruyor ve; gümüş ibrikler taşıyorlar.

Amine'nin gözünden perde kaldırılmış. Bir uçtan bir uca kainat nurla dolu; ta Busra köşkleri görünüyor. Ve üç bayrak; Biri doğuda, biri batıda, biri Kabe'nin üzerinde. Annelerin en azizi, görüyor bunları. Sonra nurdan bir beyaz bulut, yavruyu alıp gözden kayboluyor.

Bulut giderken bir ses:

-O'nu doğudan batıya kadar gezdirin. Paygamberlerin doğduğu yerleregötürün ki bereket hasıl olsun ve dualarını alsın. Atası İbrahim aleyhisselam'a arz etmeyi unutmayın. Ayrıca denizlerde de dolaştırın. Bütün alem ismi ve cismi ile kendisini tanısın!

Bir zaman sonra, Peygamber efendimizi kundaklı halde geri getirdiler. Elinde üç tane analtar var:

Peygamberlik,

Zafer ve

Şeref sembolü üç anahtar.

Az bir zaman geçmişti ki öncekilerden de büyük, yine bulut şeklinde bir nur daha yere indi. Buluttan kuşların kanat çırpışı ve at kişnemeleri işitiliyor.

Nur, aziz bebeği alıp uzaklaşırken bir nida:

-Muhammed aleyhisselam'a cin ve insanları takdim edin; ve O'nu peygamberlerin ahlak denizinde yıkayın. Az bir zaman sonra onsekizbin alamin sultanını, saf ve tatlı zülal suyu damlayan bir ipeğe sarılı olarak geri getirdiler. Adem aleyhisselam'ın temizliği, Nuh aleyhisselamın inceliği, İbrahim aleyhisselam'ın dostluğu, İsmail aleyhisselam'ın lisanı, Yusuf aleyhisselam'ın güzelliği, Yakub aleyhisselam'ın müjdesi, Eyyub aleyhisselam'ın sabrı, Yahya aleyhisselam'ın zühdü, İsa aleyhisselam'ın cömertliği O'na verilmişti.

Gün yüzlü üç kişi göründü. Birinin elinde misk dolu gümüş bir ibrik, brinde yeşil zümrütten bir leğen, üçüncüsünde ipek bir kumaş vardı. Bunlar evin dört köşesine birer sancak diktiler ve:

İşte dünyanın dört bucağına misal! O, hangi tarafa gitse bu sancak elinde olacaktır, dediler. Sonra da mübareğin baş ve ayaklarını zümrüt leğende yıkadılar. Bir ses duyuldu:

-O'nu Kabe'ye götürün; Kabe'yi O'na kıble yapacağım! Ve O'nu ipek bir kumaşa sararak güzel bir kundak yaptılar. Üçüncü kişi, kundağı kısa bir müddet kolunun altında tuttu.

...Cennetin hazinedarı Rıdvan ismindeki melek olan bu üçüncü şahıs, daha sonra efendimize:

-Ya Muhammed! Bütün Peygamberlerin ilmi sana verildi. Şecaat meş'alesi senin üzerinde yükseldi, zaferin anahtarı eline tutuşturuldu. Senin heybet ve azametin göklerden duyuldu. Müjdeler olsun! Her kim adını yüreği titrer ve kalbine korku düşer. Sana müjdeler olsun! Müjdeler olsun ki yüce Allah, bütün iyi huyları ve güzel ahları sana verdi, dedi ve başına güzel koku sürdü, saçını taradı, gözlerini sürmeledi ve bebekle birlikte gözden kayboldu.

...aradan üç gün geçmiştir. Bebek görünürlerde yok; bir kaç yardımcı hanımın dışında Amine'nin akrabalarından da kimse görünmüyor.

Anne merak ve endişe dolu...

O merak ve endişe ile çocuğunu düşünürken Rıdvan, Sevgili Paygamberimizi geri getirdi. Yüzü, ayın ondördü gibi parlak ve misk kokuyor. Melek:

-Bütün yeryüzünü O'na arzettim. Adem aleyhisselam'a götürdüğümde insanların babası, bebeği bağrına basarak "sana müjdeler olsun! Sen, senden önce ve sonra yaradılmışların efendisisin" dedi, diyerek olanları anlattı ve bir an kayolduktan sonra, tekrar görünüp bebekle konuştu:

-Ey dünya ve ahiretin en makbulü! Yolların en güzeli senin yolun! Ümmetin kıyamet günü seninle haşrolunacaktır! müjdesini verdi ve uzaklaşıp gitti...

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed...

Yerde Gökte Övülen

ismi söylenecek dillerde ebed

muhammed mustafa, mahmud ahmed

(Muallim m. Receb efendi)

Büyükbaba Abdülmuttalip, doğum sırasında Kabe-i şerif'te Allahü teala'ya dua ile meşguldür. Kabe'nin birden bire makam-ı İbrahim'e doğru secde edip doğrulduktan sonra düzgün bir lisan ile:

-Allahü ekber! Muhammed, beni putlardan temizliyecektir! dediğine ve bu konuşmadan sonra da Hübel ismindeki en iri putun yüzüstü yere düştüğüne şahid oldu.

Kulağına hafiften bir ses geliyor:

-Bu gece Amine'nin oğlu oldu. Çocuğun üzerine rahmet bulutları indi. Kudüs'ten bir leğen getirerek O'nu yıkadılar. Muhammed, insanları inkar kanlığından hidayet aydınlığına kavuşturacaktır. Hak teala, O'nu, alemlere rahmet olarak gönderdi. Ey melekler! Şahid olun ki, O'na bütün hazinelerin anahtarı verildi. Doğduğu günü unutmayın.O gün, kıyamete kadar bayramınız olsun!

Görüp, işttiklerinden şaşkınn dönen Abdülmuttalib, kendini bir an uykuda sanır ama; değildir. Bir süre dili tutulur. Derhal dışarı fırlar. Safa'dadır. Safa tepesini yükselmiş, Merve tepesini hareketli olarak görür. Bir ses duyuyor:

-Ey Kureyş'in efendisi, neden korkuyorsun?

Ama cevap verecek mecal nerede? O şaşkınlıkla yola koyulur. Eve yaklaştığında damda kanatları ile çatıyı örtmüş bir beyaz kuş görür. öyle beyaz ki, nurundan Mekke dağları parlıyor.

Garip olaylar... gariplik üstüne geriplik. Kapıda ise bir beyaz bulut. Bulutta kim bilir ne var? Abdülmuttalib içeri giremiyor. Çaresiz bir müddet oturup bekleyecektir. Yakıcı bir güzel koku genzine dolmakta. Ancak bu bekleme nereye kadar? Kapıya yönelir ve bir kaç kere hızla vurur:

-Çabuk aç Amine! olanlardan aklımı kaybedeceğim! Kapı açılır! Abdülmuttalib, Aminenin alnında nuru göremeyince sorar!

-Nura ne oldu kızım?

-Doğum yaptım; nur, oğluma geçti babacığım. Ve doğum esnasında çok tuhaf şeyler yaşadım.

-Ama sende doğum yapmış bir kadın hali yok ki!!.

-Evet doğru. Baştan başa inanılmaz hadiseler içindeyim. Mesela damda gördüğün o beyaz kuş, bebeğe süt vermek için benimle mücadele etti...

-Öyleyse torunumu getir göreyim!..

-Şimdilik imkansız!.. Demin biri gelerek O'nu zümrüt bir leğende yıkadı ve "Üç gün kimseye gösterme" diye emir verdi...

Yaşadıkları ve duydukları ile Abdülmuttalib, kendini kaybetmiş gibi idi; kılıcına davrandı.

-Çabuk çocuğu göster yoksa ya seni ya kendimi helak edeceğim, diye hiddetlendi.

Amine, kayınpederinin ısrarı üzerine çocuğunun götürüldüğü evi tarif etti. Abdülmuttalib, elinde kılıç ve heybetli biri duruyodu; niyetini anlayınca Abdülmuttalib'in üzerine yürüdü ve:

-Çabuk buradan savuş! Hiç kimse üç günden önce O'nu göremez. Çünkü bütün meleklerin ziyaret etmesi lazım, diiyerek büyükbabayı geldiği gibi geri çevirdi.

Abdülmuttalib'i; o cesur insanı korku ve titreme kapladı ve hatta kılıç, elinden kayıp yere düştü. Hemen Kureyş'e gidip başından geçenleri nakletmek istedi ise de yedi gün dili tutuldu ve tek kelime konuşamadı. Aynı şekilde bu yedi gün içinde dünyanın diğer idarecileri de lal olacak ve onlar da konuşamayacaktır.

........................

Mekke'de Safa tepesi civarındaki Haşimoğulları mahallesi; bugün "Mevlid Sokağı" denilen baba evinde yaradılmışların en üstünü alemi aydınlatırken bu mes'ud anın şahidleri de vardır:

Doğumdaki hanımların biri, Peygamberimizin halası Safiye hadun'du.

-O'nun doğumunda Amine'nin evinde idim.Altı ayrı mucizeyi yaşadım.

-Doğar doğmaz başını yere koyup Rabbine secde etti.

-La ilahe illallah ini Resulullah, dedi.

-Sacdede bir şey söylüyordu sanki. Yaklaşıp dinlediğimde "Ümmetim, ümmetim" dediğini işittim.

-Orada öyle bir nur parladı ki her taraf ışık içinde kaldı. Yavruyu yıkamak istediğimde; "ey Safiye zahmet etme; biz O'nu yıkanmış olarak gönderdik.!" şeklinde meçhul bir duydum.

-Sünnet olmuş ve göbeği kesik idi.

-Kundak yapacağım sırada sırdında bir mühür gördüm. Kürek kemiklerinin arasında ve iri bir ben büyüklüğünde olan bu mühürde tüylerle.

"La ilahe illallah Muhammedün Resulullah yazılıyordu.

.....................

O gece ben de Amine'nin yanındaydım. Doğum sırasında bir an semaya baktım. Yıldızlar yeryüzüne el uzatıp toplanacak kadar yakındı. Doğumu takiben dört yanımızdan öyle bir nur fışkırdıki her şey kayboldu; bir nur denizinde gibi idik". Bunlar da Osman bin ebi As'ın annesi Fatıma-i Sekafi hanıma ait cümleler.

şifa hatun ise efendimizin ebesi... elime geldiğinde yalvarıp durmaya başladı. Bu sırada gaibden bir ses duydum: (Yerhümüke Rabbüke) hitabı ile bebeğe dua etti. Ve derhal bur nur zuhur etti. Bu nur sebebi ile bir anda çatı ve duvarlar yok oldu. Dünyanın bir ucundan öbür ucuna her şey gözümüzün önünde idi. Binlerce kilometrelik uzaklıktaki Şam'ın köşkleri açık-seçik görülüyordu. Korkup titremeye başladım Ötelerden sesler geliyordu:

-Bu güzeller güzeli çocuğu nereye götürelim?

-Bir tahtı revana bindirerek bir göz kırpacak zamanda bütün bürek yerleri gezdirip getirelim.

Bu konuşmanın ardından sakinleştim. Biraz sonra yeniden sesler duyuyordum:

-Bu göz nuru çocuğu nereye götürdünüz?

-Doğunun bütün kudsi makamlarını gezdirdik. İbrahim aleyhisselam, O'nu bağrına basıp dua ettikten sonra şöyle dedi: "Ey evladım! dünya ve ahiretin izzet ve şerefi sana verildi. Sana ne mutlu. Peygamberliğini tasdik ve yolunu tercih edenler kıyamet günü seninle birlikte dirilecektir." Bu işaretlerin ilahi manalar taşığı belli idi... "Acaba ne olacak?" diye yıllarca merak ettim. Nihayet peygamberliğini açıklayınca o ihtiyar yaşımda hiç duraksamadan tebliğ ettiği dini kabul ettim ve ilk mü'minlerden oldum.

Abdulmüttalib, eve geldiğinde doğumun üzerinden üç gün geçmişti. Çocuğu görüp sevdi ve gelini ile hangi ismi koyacaklarını konuştu... Amine, hamile iken gödügü rüyada:

"-Sen, insanların en hayırlısı ve kainatın efendisine hamilesin. O- dünyayı zinetlendirdiği zaman "hasedçilerin şerrinden korunması için bir olan Allah'a sığınım" diye dua et ve Ahmed ve Muhammed ismini ver" dendiğini anlattı ve kindisinin Ahmed'i tercih ettiğini söyledi; anne, devamla doğum sırasında gördüğü harikuladelikeri naklediyor: O anda her taraf nurla dolu ve gözümden perde kalkmış; uzaklar yakın olmuştu. Şam ve Busra'nın çarşı ve sarayları; hatta Busra'nın develeri gözler önünde.

Dede ise yavruya Muhammed ismini koydu. Böylece ilahi murad yerini buldu ve O'na o güne kadar kimseye nasip olmamış bir isim verildi.

Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine yedinci gün bütün Mekke halkına üç gün süreyle ziyafet verdi. Bu ziyafetten başka bir de her mahallede develer kestirdi. Yemeğe gelenler "Muhammed" ismini duyunca atalarında böyle bir geleneğe tesadüf edilmediği için sebebini sormaktan kendilerini alamadılar. Dede:

-Yerlerde ve göklerde tanınsın ve övülsün istidim; ve bu ismi koydum.

Daha sonra torununu alarak Kabe-i şerif'e götürdü. Yavrucak dedenin kollarında mışıl mışıl uyuyor. Abdülmuttalib, ziyaret ve duadan sonra yetime içli bir şiir söyleyerek sevgili efenidimizi annesine getirdi ve gelinine:

-Ey benim asil gelinim, çocuğu iyi koru! torunumun şanı yüce olacaktır. Dikkatin hep üzerinde olsun! Aman gafil olmayasın! tenbihinde bulundu.

Peygamberimizin dünyayı teşrif etmelerinin ertesinde yahudilerde telaş ve üzüntü müşahede ediliyordu. İsmi "Ahmed" olan ahir zaman peygamberinin doğacağını tevratta okuyor, alimlerinden dinliyor, kahinlerden haber alıyor ve doğumun vukuuna dair emareleri gözlüyorlardı...

Beklenen yıldız doğmuştu. Acaba dünyaya gelen bebekte öbür işaretler de varmıydı?

... evet onlar da vardı. Gelen haberlerde çocuğun, nur yüzlü, sünnet olmuş ve göbeği kesik oldu4u bildiriliyor; bir bulutun gelerek kendisini götürdüğü ve üç gün halka gösterilmediği ilave ediliyordu...

-Tevratın yazdıkları doğru çıktı, dedi yahudi alimleri...

Bir musevi ise çocuğu görmek istedi... Hane-i saadete geldiler. Bebeğin gözlerine bakar bakmaz adam, kendini kaybetti. Aklı başına gelip yerden doğrulurken hazır bulunan Kureyşlilerin alaylı alaylı güldüklerini görünce öfke iele bağırdı:

-Ey Kureyş mensupları! Ey Kureyşliler! Tevrat hakkı için söylüyorum; bana kulak verin! Gördüğünüz bu çocuk işte o peygamberdir. İsmi maşrıktan mağribe kadar yayılacak ve sizi... evet, sizi kılıçla yola getirecektir! Nübüvvet, israiloğullarından gitti artık, kahkahalarınıza devam edebilirsiniz!. diyerek orayı terketti.

Yine aynı günlerde bir sabahın er vaktinde bir tepede bir grup yahudinin feryadu-figanına şahid olunuyordu... ortada bir yadi, çevresinde dindaşları bir söylüyor, bin döküyorlardı. Görenler şaşkın:

-Hayrola, ne oldu, ne var böyle kendinizi paralıyorsunuz?

-Ah, aah!.. beklenen gün geldi; kızıl yıldız göründü. Bu yıldız ne zaman doğsa bir peygamber dünyaya gelir. Demek ki, Muhammed doğdu. Daha ne olsun? Peygamberlik bizden gitti.

Soranlar gülüşerek yanlarından ayrıldılar.

Musevilerin ağızlarını bıçak açmıyordu. Bir yahudi, yolda Abdülmuttalib'i gördü:

-Ey Kureyş reisi, çocuğa ne isim verdiniz?

-Muhammed...

-Öyle mi! demek öyle? diyerek mırıldandı... Paygamber olduğuna dair üç delil bir araya geldi; kızıl yıldızın doğması, isminin Muhammed konması ve üçüncüsü de asil bir aileden olması.

Aynı günlerde Medine sokaklarında da bir yahudi saçını başını yoluyordu.

Evet, O ebedi sultan doğdu....

O doğdu; Şam'da bin seneden bu yana akmayan Save nehrinin kuru yatağı su ile doldu, taştı.

O doğdu; ateşgedenin söndüğü gece İran hükümdarı Kisra'nın eşsiz güzellikteki sarayının ondört kulesi yıkıldı.

O doğdu; doğduğu gece Kisra'nın sarayının kulelerinden başka Dicle kıyısındaki nefis sulara battı ve Kisra, canını zor kurtardı.

O doğdu; devrin ileri gelenleri garip garip rüyalar gördüler.

Rüyaların, Şam'an Irak'ın, İran'ın,Dicle'nin, Fırat'ın İslamın mülkü olacağını haber verdiğine dair en namlı kahinler yorumlar yaptı.

O doğdu; insandan gayri bütün mahlukat O'nu emzirmek için yarışa girdi.

...Ve O doğdu; büyücüler gelecekten haber vermezler oldular.

Aleyhissalatü vesselam.

Doğumu ile cihanı aydınlatan o nura selam olsun. O doğmasaydı;

Ya O doğmasaydı!..

Biz ne olurduk?

SÜTANNE

CANIM KURBAN OLSUN SENİN YOLUNA

ADI GÜZEL, KENDİ GÜZEL MUHAMMED

(Yunus Emre)

Beni Sa'd aşireti,arablar arasında şeref ve cömertliği ile nam yapmış bir kabile; arapçayı çok mükemmel bir şekilde konuşmaları ise diğer meziyetleri.

Peygamber efendimizin doğduğu tarihlerde görülmemiş bir kuraklık ve bu kuraklıkla gelen kıtlık,Beni Sa'd yurdu Badiye taraflarında ne varsa silip süpürmüş. Midelere günlerce bir şey girmediği vaki. Anneler, çocuklarını doyuramıyor. Ağaçlar dahi kupkuru.

Açlık, böyle herkesi dize getirmişken bu kabilemin Züveyb oğullarından Halime ismindeki hanım, bir çocuk doğurdu. Ama kadıncaız bitkin. Doğum rahatsızlığı ve açlık, kolunu kanadını kırmış... beden ve şuur uyuşmuş gibi. Günlerdir aç. Yerle-gök, gece ile gündüzü ayıramaz halde. Böyle iken yine de sızlanmıyor. Allah'tan gelene razı. Tevekkül ve teslimiyet içinde.

Halime, bir gece sahrada bitkinlikten uyuya kaldı. Gökyüzünde ışıl-ışıl yıldızlar kaynarşırken O, başını koyduğu kumlarda bir rüya görüyor:

"Bir adam, önce kendisine buz gibi bir su veriyor ve sonra soruyor:

-Beni tanıdın mı?

-Hayır!

-Ben, senin sıkıntılı zamanlarda ettiğin hamd ve şükürüm. Ey Halime; Mekke'ye git! Oraya gidersen kazancın çok yüksek olacak; bir nuru evlad edineceksin, dedikten sonra rızkının bolluğu, sütünün çokluğu için dua etti."

Uyandığında karnında bir tokluk ve halinde bir dinçlik hissetti. Ancak; kabile mensublarının, açlıktan çıkardığı iniltiler insanı, perişan ediyordu.

Halimelerin çelimsiz bir merkeb, sütü çekilmiş bir deve ile bir miktar koyun ve keçileri bütün servetlerini meydana getiriyor.

Halime'nin sütü, yeni doğmuş olan Damra'ya yetmediğinden bebek aç kalıyor ve ağlaması ile anneyi geceler boyu uyutmuyor.

..................

Beni Sa'd aşiretinin çocuk emziren hanımları, ilkbaha ve sonbaharda Mekke'ye iner; her kadın bir bebek alır, ona sütannelik eder, terbiye ve yetişmeleri ile meşgul olur; Badiyenin güzel suları ve kekik kokan yayla havasında serpilip gürbüzleşen çocuklar, bir kaç sene geçince ailelerine geri verilir ve karşılığında bol kazanç elde ederlerdi... bu, öteden beri sürüp gelen bir adetti. Böylece hali vakti yerinde olan aileler, çocuklarını Mekke'nin bunaltıcı havasından kurtarak, daha iyi bir iklimde ve mürebbiyeler nezaretinde büyütürlerdi...

 
Bugün 505 ziyaretçi (669 klik) kişi burdaydı!

Dizin100.com Site Ekle arama motoru - arasana.com - arama motorları mırc
hitalver
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol